• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
İSLAM’DA MEZHEPLERİN TARİHÇESİ ve MEZHEPLERİN DOĞUŞU

Bu durum bize, bid’at ve dalalet fırkası olan şia’nın, sünnîlere karşı, gayri-müslimlerden daha düşman ve tehlikeli olduğunu göstermektedir. Halbuki Türkiye, nükleer enerji konusunda zor durumda kalan, ambargoya tabi tutulan İran için, diplomasi alanında ve ekonomik yardımlarda üzerine düşeni fazlasıyla yapmış ve Müslüman İran halkının yanında yer almıştır.

Hıristiyanlık, mûsevîlik vb. batıl din mensupları arasında da din ve mezhep savaşları vuku bulmuştur. Yüzyıl savaşları olarak bilinen, Hıristiyan dünyasında yüzbinlerce kişinin öldüğü çok vahim mezhep savaşları yaşanmıştır. İnancı yüzünden binlerce insan fırınlarda diri diri yakılmış, haçlı sürüleri topluca Müslüman katli-amı yapmıştır. Kur’an-ı Kerim’de bahsi geçen Hıristiyan UHDUD KAVMİ, Yahudîliğe zorlanmış, buna direnen Necran halkından 20.000 kişi, ateşle dolu çukurlara atılarak yakılırken, seyredenler sevinç nâraları atmışlardır.

Geçmiş acılardan ders alan ve kardeş kavgasının kimseye yarar sağlamadığını anlayan Hıristiyanlar ve Yahudiler, artık birbiriyle savaşmıyor, ihtilaflarını konuşarak çözüyorlar. Hatta onlar siyasi ve ekonomik alanda birleşip saflarını sıklaştırıyor, ittifaklar kuruyorlar. Dahası yarım yüzyıl önce, Katoliklerin ruhani lideri Papa, Ortodoksların başı Patrik ve Yahudilerin Hahambaşı, Kudüs’te zeytin dağında bir araya gelerek anlaşmışlar ve gizli maddeler çerçevesinde ittifak kurmuşlardır. Avrupa birliği bunun ilk adımı olarak kurulmuştur.

Buna mukabil, İslam dünyası ise başsız ve Halifesiz olduğundan, hem de cehalet ve gaflet yüzünden, geçmişten ders alamıyor, hâlâ mezhep ve cemaat kavgaları devam ediyor. Adeta kan ve gözyaşı Müslümanların kaderi olmuş, birbirini yiyorlar. Barış, sulh ve selamet dinine mensup olan ve dünyaya nizam vermesi gereken Müslümanlar ne yazık ki aralarına kalın duvarlar örmüş, cepheleşmiş durumdalar.

İslam dünyasındaki böylesi cepheleşme ve çatışmaların kökenine baktığımızda, genellikle mezhep ve cemaat eksenli ihtilaflara dayandığını görüyoruz. Bu konuyu masaya yatırıp nedenlerini, niçinlerini derinlemesine incelemek gerekir. İlim-irfan ve akl-ı selim sahibi tefekkür eden her Müslüman, ümmetin bu ıztırabını yüreğinde hissederek, akan kan ve gözyaşını dindirmek ve milyonlarca mülteciye çare bulmak için kafa yormalıdır. Acaba mezhepler ne zaman ve neden doğmuştur?

Bilindiği üzere, asr-ı saadette ve Raşid Halîfeler döneminde mezhepler yoktu. Resûlullah'a vahiy gelirdi. Ashab-ı Kiram bizzat ayet ve hadisleri dinleyip öğrenirlerdi. Resûlullah Efendimizin huzurunda kaynağından ilim sahibi olur, itikat ve amel konularını görüp yaşayarak anlar ve sorunlarını çözerlerdi. Resûlullah'ın irtihalinden sonra, dört Halife döneminde müslümanlar islamiyeti yaymak ve dünyaya duyurmak için büyük gayret gösterdiler ve seferler düzenlediler. Bu esnada Kur'an-ı Kerimden ve Hadis-i şeriflerden çıkardıkları hükümleri ve kendi içtihat ve kıyaslarını kitaplara yazmaya elleri değmedi. Zaten onların her bireri sahabe olarak Hz.Peygamberin kutlu meclisinde bulunmanın şerefi ve bereketiyle hikmet, marifet ve feraset sahibi birer müçtehit idiler.

Ashab-ı Kiramdan sonra, tâbiîn ve daha sonraki dönemlerde, müslümanlar çoğaldı. Sorunlar ve sorular artarken cehalet de arttı. Pek çok bid'at, hurafe ve dalâlet türemeye başladı. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Dinin itikat ve amelî fıkıh hükümlerini derleyip toplamak ve kitap sayfalarına yazmak gereği hasıl olmuştu. Gerçek müçtehit âlimlerin çalışıp, bu işi yapmaları ve insanlara fetvayı onların vermesi ve bu fetvalara müslümanların uyması şart olmuştu. İşte bu sırada böyle bir zaruret ve gayretli içtihat faaliyetleri neticesinde mezhepler doğdu.

Gelecek yazımda inşaallah bu konuya devam edeceğim.

Şevket Tandoğan  standogan06@hotmail.com    03.12.2015 07:12  www.habervaktim.com

MEZHEPLERİN DOĞUŞU  

 Bundan önceki köşe yazımda “İSLAM’DA MEZHEPLERİN TARİHÇESİ” ni yazmış, Asr-ı saadette ve dört halife döneminde mezhep olmadığını belirtmiştim. Zira zamanların en hayırlısı olan bu dönemde, İslam’ın doğuşunda vahiyle aydınlanan sahabîlerin mezhebe ihtiyacı yoktu.

          Ashab-ı Kiramdan sonraki tâbiîn dönemi ve daha sonraki dönemlerde ise, İslâmiyetin yayılmasıyla birlikte, Müslümanların çoğalması, sorunların artması ve cehalet yüzünden bilgisiz bazı kişilerin kafalarınca yanlış fetvalar vermeye başlamaları sonucu, çeşitli bid’at, sapma ve dalâletler görüldü. Hakikatleri tanzim ve tespit gerekiyordu.

          İmam-ı Azam Ebu-Hanife başta olmak üzere, içtihad seviyesindeki İslâm âlimleri hemen harekete geçerek, dinin inanç sistemi ve amel hükümlerini, aslına ve ruhuna uygun şekilde kayıt altına almak suretiyle bölüm bölüm fasıllar halinde yazmak ve topluma öğretmek yoluna gittiler. Uzun çalışma ve müzakereler sonucu, ayet ve hadislerden çıkarılan hükümler, içtihat ve fetvalar belirlenip ortaya konuldu. Müslümanların bunlara uyması lazım ve vacip olduğuna ÜMMET İTTİFAK ETTİ. Böylece "uyulacak dînî yol" anlamında İCMA-I ÜMMET İLE MEZHEPLER DOĞDU.

          İmam Ebu Hanife, İmam Şafiî, İmam Mâlikî, İmam Hanbelî,Süfyan-ı Sevrî, İmam Yusuf, İmam Muhammed ve Davud-u zâhirî gibi (Allah onlardan razı olsun) pek çok müçtehitler, her konuyu delil ve detaylarıyla inceleyip, yazıp fetvalarını yayınladılar. Müslüman topluluklar, değişik bölgelerde farklı imama uyduğu için, farklı mezhepler doğmuş oldu. Bu müçtehidler bazı amelî meselelerde ayrı iseler de, itikatta birdirler. Hepsi Ehl-i sünnet ve cemaattır. Onların farklı içtihadları ümmet için rahmet ve rahatlık vesilesidir. Müslümanlar genellikle Hanefî, Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezhebinden birine uymuşlardır. Dört mezhep de haktır. Mezhepsizliği ya da mezhepleri birleştirmeyi savunmak, otoban yol varken, hedefe araziden gidebileceğini düşünmek kadar cehalet ve dalâlettir.

           Hz.Peygamberimiz ve ashabının yolu anlamındaki EHL-İ SÜNNET VE CEMAAT çizgisindeki hak mezheplerin, itikat ve inanç esaslarında imam kabul ettiği iki rehber müçtehid vardır. Bunlar; İmam Ebû Mansur Mâtüridî ile İmam Ebu-l Hasen Eş'arî hazretleri, iman esaslarını yazmışlar ve ümmete bildirmişlerdir. Bu zatlar bununla da kalmayıp, yanlış düşünce ve inanç sahiplerini de teşhis ve teşhir ederek, sapık mezhepleri de ilan etmişler, yanıldıkları ayrılık noktalarını ümmete anlatmışlardır. Şöyle ki:

          EHL-İ SÜNNET VE CEMAAT dışında kalan; Mûtezile, Cebriye, şîa, Kaderiye, Batıniye, Karmâtiye, Hariceye ve Rafıziye gibi mezheblerin inanç sistemlerindeki bid'at, hata ve bozukluklar yüzünden, bunlara dalalet gurupları anlamında FIRAK-I DÂLLE denilmiştir. İslamdaki bu sapık düşünce mensupları arasında, ya ifrat-ya da tefrit yolunda gidip itidalden (Haktan) uzaklaşanlardan, küfre kayanlar olmuştur.

          Nitekim, Ehl-i Sünnet dışındaki Haricîlerde eski cahiliye dönemi Arap taassubu vardır. Şiîler İran pers kültürü tesirindedir. Mûtezile, Yunan felsefesinin cazibesine kapılarak bir çok sünnî inanca ters düşmüşlerdir. Bunlar Ashab-ı kiramdan bazılarına söver,sayar,lanet okurlar. Kendileri gibi düşümeyenleri kâfir sayar, öldürülmesini caiz görürler.

          EHL-İ SÜNNET VE CEMAAT çizgisindeki mezhep mensupları, genellikle ÎTİDAL ve MÜSÂMAHA prensibini güderler. Düşüncelerini zorla kabul ettirmek istemez, ötekileştirmez, öldürmez, esir etmez ve kolayca başkalarını kâfir ilan etmezler. Buna karşılık EHL-İ BİD'AT VE DALÂLET dediğimiz sapık mezhepler, genellikle MÜTAASSIPTIRLAR, kendi dışındakileri kâfir görüp, öldürebilirler. İşte asırlardır ve günümüzde Müslümanları kasıp kavuran mezhep kavga ve cinayetlerinin temelinde, bu hatalı kör taassup yatmaktadır.

          Tarihî süreç içinde, kuruluş, gelişim ve değişime baktığımızda, bazı mezhep, tarikat ve cemaalerin, özünden saparak, hakikatle ilgisi kalmadığı ve İslâmiyetle bağdaşmadığı görülmektedir. Hatta bazılarının şirazesinden kopup, siyonizmin güdümüne girdiği anlaşılmaktadır. Başlangıçtaki safiyet ve rahmet olarak mezhep, tarikat ve cemaatler ümmet birliği içinde makbuldür. Ancak sapar, din haline getirilirse merduttur, felâkettir.

Şevket Tandoğan standogan06@hotmail.com  16.12.2015    www.habervaktim.com
  
1393 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın